MEVLANA VE HACI BEKTAŞ
İnsanlar bazen birbirlerinin gıyabında konuşurken hoyrat davranabiliyor. Oysaki yüzyüze iletişimde bu durumun çok geçerli olduğu söylenemez. Bu yüz yüze iletişimde çatışma olmadığı anlamına gelmemektedir.
İnsanların aynı ortamda olması, anlık görerek ve duyarak iletişim kurması tarafların daha dikkatli olmasını beraberinde getiriyor. Karşımızdaki insanın ses tonundan veya jest ve mimiklerinden duygularını anlamak daha kolay oluyor. Konuşulanın ötesini ya da alt metinleri bu yolla bilebiliyoruz. Bundan dolayı ruberu (yüz yüze) iletişim kurduğumuz zaman karşımızdaki kişiyi daha az kırıyoruz. Ancak birbirimizden ayrıldığımız zaman insanların arkasından çok rahat konuşabiliyoruz. Bazen hakkında konuştuğumuz kişi söylenenleri duysa belki de bir hayat boyu bize gönül koyacak, belki kızacak, belki de küsecektir. Sonuç kırgınlık ve dargınlık…
Şimdilerde sosyal medyada ve geleneksel medyada insanlar birbirleri hakkında ulu orta olumsuz bir şekilde konuşurken görebiliyoruz. Birbirlerini aşağılayan hakaretamiz sözleri sıklıkla duyar olduk. Özellikle konu siyaset ve spor olunca hakaretler sıradan hale gelmiştir. Bu durumların toplumdaki karşılığı ne yazık ki çok daha kötü olabilmektedir. Yukarılarda bir hakaret topluma indiğinde küfürleşmeye ve kavgaya dönüşebilmektedir.
Siyasette ve sporda duymaya alıştığımız bu kaba saba sözleri, bazen din âlimlerinde ve bilim insanlarında da müşahede etmekteyiz. Bu edebe aykırı ve kul hakkına giren davranışları ulu orta bir şekilde medyadan öğreniyoruz. “Falanca hoca, falanca hocaya şöyle dedi, böyle dedi.” gibi cümleleri sıklıkla duymaktayız. Kanaat önderi bu kişilerin ya da bilim camiasında hocaların bu konularda oldukça duyarlı olmaları gerektiğini düşünüyorum.
Konuya ilişkin Mevlana ve Hacı Bektaş arasında geçen bir olayı nakletmek istiyorum. Denilir ki bir hırsız çaldığı ineklerden birisini Mevlana’nın medresesine getirip, hırsız olduğunu ve çaldığı ineklerden birisini bağışlamak istediğini söyler. Ancak Mevlana ona kızarak “Bizim buraya haram girmez. Git buradan!” der.
Hırsız bu sefer Nevşehir’e Hünkarlı Sultan Hacı Bektaş’ın dergahına gider. Aynı teklifini Hacı Bektaş’a yapar. Hacı Bektaş da “Tamam getir bırak!” der. Bunun üzerine hırsız Konya’da Mevlana Celalettin var. Ona ineği götürdüm ama o reddetti ve bana kızdı. Sen neden kabul ettin?” diye sorar. Hacı Bektaş “Mevlana şahindir bizim gibi her leşe konmaz.” diye cevap verir.
Hırsız ineği oraya bırakıp sonrasında Konya’ya Mevlana’nın yanına gider. Mevlana’ya “Senin kabul etmediğin ineği Hacı Bektaş kabul etti.” der. Bunun üzerine Mevlana “Hacı Bektaş çok büyük bir ummandır. Ne kadar pislik atarsan at, o yine de tertemiz kalır.” diyerek muhteşem bir cevap vermiştir.
İnsanda haset kıskançlık ve hiddet duygularının sonucunda, kişinin ardından söylenen kırıcı sözlerin toplamına gıybet denilmektedir. Yüce kitabımızda gıybet “ölü kardeşinin etini yemek” olarak ifade edilmiştir. Kişiler hakkında kötü konuşmak, bırakın kişinin arkasından yapılmasını; yüzüne karşı dahi uygun değildir. Gıybet ya da dedikodu kardeşliğe, dostluğa ve insanlığa aykırı bir davranıştır.
Kusurları örtmek vardır, değerlerimizde. Allah Settar’dır, yani ayıpları örtendir. Kişinin birisinin ardından olumsuz konuşması, Allah’ın “Semi” yani işiten ve “Basar” yani gören sıfatlarına aykırı davranmaktır. Yüce Allah her şeyi gören ve işitendir. İş böyleyken sıkıysa insanların ardından konuşalım! Herkes ateş topluyor, bu dünyada. Hayatımızı daha dünyada iken zehrediyoruz. Öbür tarafı varın siz düşünün.