İÇ CEPHE SAĞLAM -2
Diyarbakır’daki son gezi yerimiz Mardin kapı ve on gözlü köprü oldu. Gençlik yıllarımızda ağ ile balık tutmak için indiğimiz Dicle nehri kıyıları baştanbaşa yeşillenmiş, piknik alanları oluşturulmuştu. İnsanlar terör korkusu olmadan rahatça dolaşıyor, geziyordu. Anadolu’nun bir başka ilinde nasıl dolaşılıyorsa Diyarbakır, Mardin, Midyat ve Şanlıurfa’da da öyle rahattılar. Batı’dan tek farkı vardı camilerde abdest almak için sıra bekliyorduk. İnsanımız dini değerlerine batıdan daha da çok bağlı idi.
Diyarbakır sur içi böyle ya çevresi. Ergani tarafından girişinde binlerce yeni yapılmış bina var. Planlı yapılaşma var. Kendi özel aracımla gitmediğim için ayrıntılı incelemek kısmet olmadı. Ancak caddeler dar ve merkeze gidişte çok fazla trafik ışığı var. Sur içinde de trafik zor ilerliyor. 48 yıl öncesine göre şehir belki 100 kat büyümüş.
Bazı arkadaşlar Sur içindeki yapıların aslına uygun taşlardan yapılmadığı konusuna dikkat çekti. Haklılar. Fakat şu anda mevcut derme çatma evler ve dar sokaklar olmaktansa bu şekil daha iyi olmuş. Diyarbakır insanı da araçların girmekte zorlandığı dar sokaklar yerine modern apartmanlarda araçları ile evlerinin kapısına kadar varabilecekleri, kaloriferli, doğalgazlı evlerde yaşamaya layıklar ve başlamışlar. Sur içinden çıkmak hatıralarını terk etmek olsa da insanın rahatı, güveni her şeyden önce gelse gerektir.
Organize sanayi bölgeleri yeterli olmasa da zamanla bölgenin terörden arındıkça daha da kalkınacağını düşünüyorum. Kısa ziyarette ancak bu kadar gözlemim oldu. Genel bir değerlendirmeyi sonuçta yapacağım.
Sonraki durağımız Mardin oldu. Mardin de şehir merkezinin dik bir dağın yamaçlarında olması ve bizim yaşımız, sıhhatimiz biz çok zorladı. Medreseler, kiliseler derken çok yorulduk.
Mardin’e gitmeyenler için bir iki yerden bahis etmeden geçilmez. En önemlisi Mardin Ulu cami. Ulu cami de Güneydeki tüm camiler gibi eni geniş olarak yapılmış. İlk safta daha fazla insan faydalansın diye. Ulu caminin minaresi üzerindeki şekiller ve ayetler ise tam bir şaheser. Camii imamından bizzat dinledik. Hepsini hatırlamak imkansız ancak her cephenin baktığı bölümün ayrı yazı, ayet ve motifleri var. Sanırım Google bu konuda bu yazıdan daha fazlasını size anlatır. Atalarımızdan Artukluların yaptığı Kasımiye, Zinciriye Medreseleri, Deyrulzafaran Manastırı, Mor Gabriyel Kilisesi ve diğer kiliseler mutlaka görülmeli. Bu arada ‘mor’ kelimesinin anlamını öğrendik. Mor hazreti demekmiş. Kayseri’de bazen yaşlılara biraz da aşağılayıcı bir şekilde moruk diye hitap ederler. Moruk da herhalde Hazretleri anlamına geliyor. Biz ise tam tersi bir anlamda kullanıyormuşuz.
Akşam yemeğimizi öğretmen evinde yedikten sonra Mardin Ticaret İl Müdürü Mustafa Aydın bizlere Mardin ile ilgili geniş bir malumat verdi. Bizler de sorular sorduk. Doyurucu cevaplar aldık. Bu toplantıya Memur-sen İl Başkanı Abdülselam Bey, İlim Yayma Cemiyeti Başkanı Necmettin Başboğa katıldı. Çok verimli bir sohbet oldu. Allah onlardan razı olsun.
Bu toplantının ana gündemi Güneydoğu idi. Ancak bizim karşımıza bu sohbette öyle bir şey çıktı ki yüzümüz kızardı. Mültecileri linç girişi yapılan Kayseri olayları. Kayseri’de iki gün süren olaylar bizden çok tüm Türkiye’de daha çok ses getirmiş. Biz Kayseri’yi böyle bilmezdik. Türkiye’nin en hayırsever şehri idi. Ne oldu da bu olaylar oldu sorusu ile karşılaştık. Gezimize katılan Mazlum-der İl Başkanı Ahmet Taş Bey bu olaylarla ilgili Kayseri’de yapılan ancak kamuoyunca çok duyulmayan olaylar sırasında ve hemen sonrasında yapılan ensar – muhacir dayanışmasını anlatan broşürü verdi. Kısaca bahis etti. Ancak bu durumun Kayseri’miz açısından hiç de iyi olmadığını anladık.
İmdadımıza yine soruyu soranlar yetişti. Sur olaylarının ve Yasin Börü cinayeti gibi olayların da tam bu şekilde olduğunu, toplumun büyük bir kesiminin tasvip etmemesine rağmen bir avuç provokatörün olaylara neden olduğunu geniş ve tarihi bir perspektiften anlattı.
Diyarbakır’da rehberliğimizi Vedat Ökçün, Mardin’de Halil Kösesoy, Şanlıurfa’da Gazeteci Sait Koyuncu beyler yaptı. Rehbersiz yapılan gezinin eksik olacağını biliyorduk fakat bizimle aynı cepheden bakanlarca geziye rehberlik edilmesi daha doyurucu oldu. Diyarbakır’da gezimize Diyarbakır Ayder eski başkanı Ferzende Lale, Şanlıurfa’da Sivil toplum kuruluşları başkanı Osman Genem hocalar bize eşlik ettiler. Gezi boyunca onların fikirlerinden istifade etme imkânımız oldu.
Şanlıurfa gezimizde ise tam olarak tevafuk diyeceğimiz bir olaya şahit olduk. Göbeklitepe ve Hz. Eyyüp Çilehanesi gezisi sonrası geldiğimiz Balıklıgöl’de çok sayıda resmi araç ve polisle karşılaştık. Camiye doğru giderken Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz, Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, Milletvekilleri, Belediye Başkanlarının, çok sayıda koruma ve siyah elbiseli bürokratların orada olduğunu gördük. Biz camiye girerken namaz kılıp da dışarı çıkmakta olan Vali ve İl Jandarma komutanı ile tanıştık.
Bu kişilerin niçin burada olduklarını merak ettik. Sorduk. Şanlıurfa’da barış görüşmeleri ve barış yemekleri kutsal olduğuna inanılan bu mekânda yapılırmış. Bundan 6 yıl kadar önce Şenyaşar ve Yıldız aileleri arasında kavga olmuş, cinayet işlenmiş. Şenyaşar ailesi Yıldız ailesinden birisinin milletvekili olması dolayısıyla mağdur olmuşlar. Maktülün annesi ölüm orucu tutmuş, meclis kapısında protesto yapmış. Kulaklar kapanmış, adalet sağır olmuş. Sonuçta Şenyaşar ailesi Dem partili olmuş. Dem parti bunu fırsat bilmiş Ferit Şenyaşar Yeni sol partiden milletvekili olmuş, ve Şanlıurfa’da Belediye Başkanlığını Yeniden Refah Partisi kazanmış.
Ak parti ve iktidar yaptığının yanlışlığını geç de olsa fark etmiş. Önce Yeniden Refah Partili Belediye Başkanı bağımsız olmuş. Sonra bu barış yemeği yenmiş. Devlet de, iktidar da iç cepheyi sağlam tutmak için yanlışından dönmüş.
İşte Dem Partiye niye oy veriyorlar sorusunun cevabı da bu özette yatıyor. Güneydoğu insanı inançlıdır. Hiçbir zaman Türkiye’den ayrılmayı düşünmez. Hiçbir zaman Filistin’de soykırım yapan İsrail’in bayrağını taşıyan örgüte prim vermez.
Güneydoğu insanı önce adalet ister. Eşitlik ister, İş ister, yatırım ister. Asla ırkçılık istemez. Ne demişti hutbede hoca “ Malazgirt’te Sultan Alpaslan’a 10000 kişi ile yardıma giden Kürtlerdi. Selahaddin Eyyubi komutasında Kürtler ve Türkler birlikte Kudüs’ü almışlardı. Çanakkale’de birlikte şehit olmuşlardı. Türkiye’de birlik olmaz ise Filistin’de olduğu gibi yok olacağımızın bilincindeler.
Kaşıyorlar. En ufak bir hatada milleti tahrik ediyorlar. Batıdaki ırkçılık hastalığı onları da tahrik ediyor. İnançlarına baskı onları da yeni arayışlara itmiş. Tepki oyları veriyorlar. Dem partiyi batıdaki kokuşmuşluğa alternatif görüyorlar. Mücahitlerin müteahhit olduğu yolsuzluklar, adalet çarkının haklının yanında olmadığı bir adalet sistemi olduğunu görüyorlar. Biz de batıda görüyoruz. Bizim de arayışımız var. Biz çareyi birlikte görüyoruz. İnsanımız uyandırmaya çalışıyoruz. Onlar da farklı bir ülke arayışında değil. Daha iyi ve adil bir devlet görmek istiyorlar.
Bizim DEM partiye alternatif olacak bir yapı sunmamızı bekliyorlar. Onlar da rahatsızlar PKK ile dirsek temasında olan bir partiye oy vermekten.
Sonuç olarak bu gezi bize insanımızın 1000 yıl önceki durduğu yerde durduğunu gösterdi. Biz 1000 yıl önceki durduğumuz yerde miyiz bilmiyorum. Bana ne Filistin’den diyen, maddi menfaat uğruna batılı ülkelere doktorluk yapmaya giden, vatanlarını terör dolayısı ile terk etmiş geçici muhacirleri taşlayan, öldürmeye çalışan, araçlarını yakanlar bizden mi gerçekten. Hangi fikre hizmet ettiklerinin farkındalar mı? Milli kimliğimize ihanet ediyorlar.
İç cephe Doğu ve Güneydoğu’da dini inanış, toplumsal değerler nedeni sağlam. Biz batıdaki varoşlarda bu duygulardan arınmış yetişen Türk ve Kürtlerden korkalım ve tedbirini alalım.
Son olarak “ ben eğer rabbim cennetini nasip ederse, Türk, Kürt, Zenci, Rus, Alman Müslümanla ırkı, meşrebi ne olursa olsun komşu olmaktan gurur duyarım. Bunun için de imtihan dünyası olan dünyada bu komşuluğa ve kardeşliğe zarar verecek her şeyden kaçınırım.
Allah’a emanet olunuz.
Av. Mustafa İlhan
Kayseri Strateji Derneği Başkanı